Gezi Parkı Direniyorken…

Mistiklal olarak olayları bizzat alanda bulunarak ve internetin her imkanını kullanarak takip ettik ve etmekteyiz. Bu süreç, istenilen cevaplar ve beklenen özürler ısrarla verilmediği, yetkililer tarafından saygı duyacağımız bir tavır sergilenmediği için devam edecektir. Kararlılıkla beklerken son 2 haftanın çok yönlü bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Yazarak düşünmek, okuyarak tartışmak için… Çünkü olayları hiç duymayanlar, duyan ama yüzeysel bilgiyle yetinenler var.

Öncelikle kısa bir özet yapmak gerekir.

isaretliler

Divan Oteli önündeki yol üzerinde gerçekleşen ve sonradan “5 ağacın taşınması ve yol genişletmesi” şeklinde açıklanan yıkım-yapım operasyonu ile başladı her şey. Buna inanmak isterdik; eğer bu operasyon gece yarısı olmasaydı. Peki nasıl engellendi? Bir süredir parkta Taksim Platformu ve gönüllüler aracılığıyla nöbet tutulmakta; gündüz de imza toplanmaktaydı. Çünkü daha önce benzer vakalarda hükümete bağlı bakanlıklar ve belediyeler bir çok kez mahkeme kararlarını bile beklemeden yıkımı oldu bittiye getirmişti. AKM’nin kapalı kalmasındaki korku da aynı sebeptendir. Tüm belirsizlikler hükümetin avantajına dönerken, halkı koruyacak hukuk sistemi bile kaale alınmamaktaydı. Tek çare nöbet tutmaktı.

toma

Beklenen oldu. Ağaçlara gece yarısı operasyonu, sonra çadırlara gece yarısı operasyonu ve nihayet insanlara gece yarısı operasyonu! Tüm demokratik sistemleri ve karşı görüşleri bertaraf etmiş hükümet, bu seferde elinden geleni ardına koymuyordu. Elinde neler vardı? Amerika’dan yeni alınmış tür tür gaz bombaları, adı batsın “Toplumsal Olaylara Müdahele Araçları (TOMA)” , helikopterler, panzerler, otobüsler ve uçaklarla İstanbul’a yığılmış üniformalı polislerle; köşeye kıstırdığı, nezarete attığı ya da yolda görüp hoşlanmadığı masum insanları öldüresiye döven siviller vardı.

Hükümetin karşısında ise teröristler, provokatörler, dış mihraklar, iç mihraklar, faiz lobisi (bir iddaya göre aslı çıkar lobisi olacaktı; ama başbakan’ın danışmanları interest kelimesini bu deyimi bilmeyerek anlam kaymasıyla tercüme etmişler. ), çapulcular, Ce-Ha-Pe zihniyeti (ki bu da yanlış, Ha ve Ka dilimizde olmayan sesler.) ve daha bir sürü “halisünatif düşman” vardı.

basbakan

Başbakanın ve o konuşa dek sus pus kalan ya da anca 3 kişi bir araya gelerek açıklama yapabilen sinmiş yöneticilerinin göremediği ve görmek/göstermek istemediği insanlar ise çok tanıdıktı. Sen, ben. Metrobüsteki beyaz kulaklıklı kız, AVM’de yeni çıkan telefonlara iç geçiren abi, sabah programlarını izleyen teyze, emekli akbiliyle parkta oturan amca, her yerde yüksek sesle geyik yapan liseli tayfa, kurumsal şirkette 1o parmak sunum hazırlayan beyaz yaka… Derinine indiğinde ise etnik köken, inanış ve yaşayış biçimleriyle ayrı telden çalan bir ton insan. Kimilerine göre ise üç beş.

Sayılardan korktular. Göreve geldiğinden beri rakamlarla oynamayı iyi bilenler, gerçeğin yükselişini sayıya dökmek bile istemediler. Göstermediler. Tüm Türkiye’de olaylar hedef alıp ateş açmalara varmışken, dünya basını bunu konuşurken evlerde Acun ile Panama ve Penguenler ile Antartika vardı. Issız adalarda tutulmak isteniyordu “Halk”.

Etrafı güvenlik duvarlarıyla çevrilmiş toplu konutlar, dışarıya penceresi olmayan parıltılı AVM’ler, oyun parkları ve onlara açılan metrolar. Yeni ehliyetlere ve yeni kimliklere gelecek mikro-çipler; Satürn ve Mars isimli tekel gruplar tarafından üretilen “tek tip eğlence hayatı”. Her şey bizim iyiliğimiz için! Keep calm and “just do it!”

just_do_it

İnsan sosyal bir varlıktır. Görmek için yaşar, paylaşarak çoğalır, aktararak evrimleşir. Son 2 hafta da gördük, paylaştık ve aktardık. Daha iyiye evrilmeye niyetliyiz, bu belli oldu. Korku ve panik hali de bu yüzden. Yaşadığını hissetmek, canını kaybetmek pahasına bile olsa daha değerli. Yoksa tek gözünü kaybeden birinin, olaylar yine başlarsa giderim cümlesini açıklayamazsınız.

Peki nedir durum ve ne olacak?

“Türk Baharı” demek ya da dedirtmek isteyenler oldu. Bu beklenen bir durumdur. Her ülkenin kaos anını bekleyen art-niyetliler daima olmuştur. Fakat Halk engelledi. Kendi hareketine kendisi saygı duydu. İlk günlerde de dediğim gibi ilk defa Cumhuriyet’i, halkın kendi kendini yönettiğini gördüm. Doktorlar hazırdı; avukatlar, yemekler, maskeler de. Haber alma kanalları da hazırdı. Her yerden bilgi akıyordu. Halk yine kendisi yargılıyor ve yönetiyordu. “Sakin olun” diyor, CHP’ye miting iptal ettiriyor, yeri geldiğinde de polisi koruyordu. Amaç ve düşünce ortaktı: Baskıcı tutum yerine özgürlük.

Şu anda dediğini yaptırmaya alışık “süper güç” hükümeti şaşkın. Kendini güçlü göstermek için psikolojik ve fiziksel olarak saldırdı, olmadı. Şu anda kendi içine döndü. %50 beyanı, havaalanı karşılamaları ve 15-16 haziran mitingleri aslında “Bakın biz ‘hala’ güçlüyüz” demek içindir. Ya da hep destek aldığı ekonomi dünyası onu terketmeye başladığı için.

capuling

Reklam ajanslarının sloganları ve grafik çalışmalarıyla tasarlanan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni, “Bu ülkede nasıl bir mizah ruhu varmış, haberimiz yokmuş!” dedirten sloganlar, duvar yazıları, sosyal medya paylaşımları ile mücadele edemezken görmek şu anlama geliyor. Sahte ifadelerin arkasına saklananlar, gerçek yüzlerini göstermeye başladıkça kendi yöntemleri hatta kendi sözleri (çapulcu) yüzlerine vurularak utandırılırlar. Tabi utanma duyguları varsa…

Kışla gibi; ama opera gibi de!

Kışla ısrarına ve mimari duruma dokunmaya geldi sıra ki bir mimar olarak vazifem atfediyorum kendime. Güç dedik ya az evvel, hani meydanlara SMS’le çağrılarak gösterilmek istenen güç. Onlar eve döndüğünde hatta nesiller geçtiğinde kalacak bir dışavurumu olmalı bu gücün. Tarihte güce susamış insanlar gücün kaynağı olarak kendinden öncekileri referans gösterir hatta onları (aidiyetleriyle birlikte) sahiplenirler. Kendilerini o gücün devamı olarak görürler ki bu, meşrulaştırmanın en kolay yoludur. Faşizm‘in ilk adamı Mussolini, mimar olmak istemiş Hitler hep bu yola başvurmuştur.  Tayyip Erdoğan’ın tek adam tavrı, Osmanlı’yı sahiplenmesi de yine bu güç meşrulaştırmasındandır.

AKM’yi yıkmak temsilidir. Adından ötürü, işlevinden ötürü, yerinden ötürü bir temsildir. Mimari olarak işlevini yerine getiremediği doğrudur. Hatta bence doğru bir iradeyle yenisi bile yapılabilir. Fakat bunu ancak mimari ve işlevsel kaygıları olan bir yönetim gerçekletirebilir. Yıkım Selçuklu & Barok karması acayip bir bina yapmayacak birileri. Yoksa siz Adalet’e “Saray”ı, Çamlıca tepesine bol minareli “klasik” camiyi  arzulayanlardan başka türlü bir tavır mı bekliyordunuz?

topcukislasi

Son yıllarda sadece “kendileştirdikleri” yapılara yönelik restorasyonlar yapıldı. Benim için bir sakıncası yok, tarihi camilerizin yenilenmesi kötü bir tavır değil. Fakat o kadar cahil bir yönetimle karşı kaşıyayız ki çoğu cami yanlış restore adıldı, aslına uyulmadı. Özellikle 31 Mart İsyanı ile siyasi anlam kazanmış Topçu Kışlasının betonarme olarak yeniden yapılacak olması bir koruma değildir. İşlevini yitirdiği için bir plan dahilinde yıkılmış, yerine park yapılmıştır. Bu karar sorgulanabilir, fakat bu yeniden yapılması için gerekçe olamaz.

Yoksa başbakan, Mustafa Kemal’in yönetimindeki Hareket Ordusu’nu ve Atatürk’ü mü kıskanıyor? Onu suçluyor ve bıraktıklarını hazmediyor olması doğal. Çünkü Cumhuriyet’in götüreceği yer bir türlü anlaşılmadı. Bir geçiş dönemi gerekiyordu fakat sıkıntılı savaş yıllarından sonra yeninin özlemiyle pek önem verilmedi. Toplum için aniydi. Alışamayanlar suçlandı, hor görüldü. Kuzey ülkelerinin eğitim sistemi dünyada her zaman ilk sırada olmuştur ve kendileri bunu kimseyi kaybetmemek yani birisi öğrenmediyse bu öğretemediğimizdendir şeklinde yaklaşmakla açıklıyorlar. Türkiye’de ise her fırsatta dışladık birbirimizi, her konuda. Her zaman bir öteki olmasından en çok faydalanan kişi yine Tayyip Erdoğan’dır.

Ne yapılmalı?

Ne yapılacağı meydandakilere bırakılmalıdır. Tabi önce bunun deklare edilmesi gerekir: “Topçu Kışlası’nı yapmayacağız. Gezi, Park olarak kalacaktır” şeklinde. Bu kadar basit.

Fikir belirterek bu sürece katkıda bulunmak istiyorum. Sizler de önerilerinizi buraya yorum olarak yazabilirsiniz. Belki bir işe yarar.

berlin

Bence… Park bu denli meşhur olmuşken eylemin izlerini barındıran bazı kesimleri aynen korunmak kaydıyla yeniden tasarlanmalıdır. Parka hizmet edecek kafe, tuvalet, etkinlik birimleri dışında büyük bir inşaata kesinlikle girilmemelidir. Ağaçlar korunmalı, olay ağaçlar (taşınacak 5 ağaç) belli bazlı isimler ile anılmalıdır. Antakya’da ölen gencin adına ekilen defne fidanı gibi…

photo-main

Eğer gerçekten Topçu Kışlası hatırlatılmak isteniyorsa bildiğim bir kaç çağdaş yöntemi öneriyorum. Doğrudan inşa etmek yerine daha akıl dolu yöntemleri benimsiyorum. Berlin duvarının yıkılması ama bazı yerlerde zeminde izlerinin olması gibi, Gezi Parkı’nda da zemine yıkılan kışla binasının planı iz olarak işlenebilir. Daha farklı bir çalışma da 9/11 saldırılarından yıkılan Dünya Ticaret Kulelerini anmak için yapılmıştı. Brian August (bildiğin Ağustos) ve ekibi akıllı telefonlar ile eskiden binanın olduğu yere doğru bakıldığından “oradaymış gibi” görünmesine imkan veren bir uygulama yapmışlar. İngilizce bilenler burdan kendi anlatımından dinleyebilirler. Bunun dışında son 2 haftada öne çıkanlar da bir anıt ile anılmalıdır. Fakat yaratıcı bir anıttan bahsediyorum. Bu da ancak hükümetten bağımsız uluslararası bir yarışmayla sağlanabilir.

Demokrasilerde çözümler tükenmez. Daha iyi, özgün fikirleri görmek çok güzel olurdu.

Çok uzattım, hepsini okuduysanız teşekkürler.

Mutlu kalın!

nar

Hüseyin
Takip et!

Bir yanıt yazın