The Clock / 9 – 25 Mayıs @SALT Beyoğlu

MYJ_1110_ 020

Cuma sabahı yine bir basın ön gösterimi için SALT Beyoğlu’ndaydık. Yine çok orijinal bir çalışma ile bizi buluşturdu SALT, Christian Marclay‘ın 24 saatlik sinematik başyapıtı: The Clock‘la. Marclay’ın kendisinin de katıldığı gösterimde eserin ortaya çıkma sürecinin zorluklarını ve coşkusunu konuştuk. Kendisi The Clock’un asla yapılamayacağını düşünmüş en başta, ancak üç yıllık yoğun bir araştırma ve çalışma döneminin ardından ortaya çıkabilmiş bu başyapıt.

2010 tarihli çılgın bir video çalışması The Clock, yani kanımca çılgın en iyi tanımlayan sıfatlardan biri onu çünkü sadece düşünüp yapmaya kalkışmak bile deli cesareti istiyor. Bence, 24 saatlik sinematik başyapıt ya da 24 saatlik gerçek zamanlı bir kurgu başlıkları The Clock’un ne olduğunu çok iyi anlatamıyor. Şimdi ben size dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım:

Öncelikle aklınıza binlerce saat görüntüsü getirin. Filmlerden, dizilerden, belgesellerden 24 saatin her bir dakikasına denk düşen ayrı ayrı bir sürü saat görüntüsü… Sonra tüm bu görüntülerin orijinal içeriklerinden çıkarılıp, kronolojik olarak yeniden sıraya konduğunu hayal edin. Ardından bu videonun 24 saat boyunca, gerçek zamanla senkronize bir şekilde gösterildiğini düşünün.

Marclay5
İşte karşılaşacağınız şey bu, saat 9.30’da SALT’a uğradığınızda karşınızda da 9.30’u gösteren bir sahneyle karşılaşılacak ve The Clock’la dakika dakika zamanın peşinden koşacaksınız.

Marclay ile bunlar üzerine konuşurken aklımda hep Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü vardı. Kitabın kült bilge karakteri Nuri Efendi’ye göre; ayarsız bir saatin hiç bir mazereti yoktur, o bir içtimai cürüm ve korkunç bir günahtır. Saatin ayarı en mühim şeydir onun için. Şöyle der Nuri Efendi: “Ayar saniyenin peşinden koşmaktır”. Marclay de öyle yapmış. Saniyenin peşinden koşarak, zamana kimsenin hükmedemeyeceğini bile bile ona bir nizam vermiş ve sonuçta ortaya The Clock çıkmış.

Devamlılık Yanılsaması

İnsanın kaosta bile bir düzen, bir mana görebilmesi gerçekten inanılmaz. Beyinin saçma olanı bile mantıklı bulması beni her daim hayrete düşürüyor. İnsanların çoğuna göre kader de böyledir mesela ; bir şey olmuştur çünkü öyle olması gerekiyordur. The Clock’u izlerken sürekli şunu düşündüm; alakasız bir sürü görüntü kesitinin insana bütünlük içinde bir film gibi gelmesi nasıl mümkün olabiliyordu? Sizlerde izlerken aslında gerçekte varolmayan bu devamlılık yanılsamasını hissedecek misiniz merak ediyorum.

Yine Ayar Meselesi

“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır” diye yazar Ahmet Hamdi Tanpınar SAE‘de. Christian Marclay’in The Clock ile ilgili söylediği en çok hoşuma giden şey de bununla alakalıydı: bu başlangıcı ve sonu olan bir çalışma değildi ona göre. Daha doğrusu bu izleyen özneye bağlı bir eser, istediğiniz vakitte gelip istediğiniz zamanda çıkabilirsiniz diyordu, ister yemek yiyin ister kahve için izlerken. Filmin ne zaman başlayacağı, biteceği ve süresi size kalmış. Kısacası Marclay’e göre de The Clock’un ayarı sizsiniz.

Sanatçının vurguladığı üzere, gösterimin İstiklal gibi 24 saati dolu dolu yaşayan bir cadde üzerinde yapılması mühim. Marclay kimlerin izleyeceğini, nasıl tepkiler vereceğini merak ediyordu. Ayrıca Marclay’in İstiklal Caddesi’ni kitlesi itibari ile eşsiz bulduğunun da altını çizelim.The Clock’un gösterimi 9-25 Mayıs tarihleri arasında, iki hafta boyunca Açık Sinema’da 24 saat kesintisiz devam edecek. Canınız ne zaman izlemek isterse uğrayın derim, böyle ilginç bir çalışmayı kaçırmak çok üzücü olur!

Herkese keyifli seyirler dilerim.

P.S. Vallahi ben en çok sabahın 4’ünde uğramayı istiyorum The Clock’a  zira ne göreceğimi çok merak etmekteyim. Bu arada SALT geçek bir alkışı hak ediyor bence 24 saat bu eseri kesintisiz göstermeye kalkışmak sadece teknik olarak bile yeterince zor bir iş. Bu arada Açık Sinema, The Clock için yeniden düzenlenmiş ve çok da konforlu olmuş mutlaka görmelisiniz!

Sedef Can

Bir yanıt yazın