Girişin tam karşısına doğru ilerliyorum ve bir Haliç manzarası… Daha iyilerini de görmüştüm. Solumda Ca’d’Oro’nun girişi var. Cam kapısından giriyorum içeri, tam karşımda bir merdiven beliriyor. Ama ondan önce rezervasyonumum olup olmadığı öğreniliyor. Rezervasyonum var. Merdivenleri çıkıyorum. Kendini çok belli etmeyen çelik bir strüktürün içindeyim şimdi. Kafamı sağa sola çeviriyorum, etraflıca süzüyorum ortalığı. Loş, gözü yormayan bir ışık, karşılayan beni… Aydınlatma elemanları da mekanın tamamı gibi zarif ve narin. Asma tavandan aşağı sarkıtılmış, ince borular. Genelde her masanın üzerinde dört tane görüyorum ama istenildiği zaman kızağının içinde hareket ettirilebiliyor. Bir yandan da Haliç manzarasının geri kalan kısmını burada tamamlıyorum.
Mönü geliyor. Bu sefer öngörülerimde yanılıyorum ama bundan memnunum. Böyle bir restoran için normal sayılabilecek bir fiyat aralığına sahip. Ana yemekler, içkiler, başlangıçlar, tatlılar; her şey olması gerektiği gibi. Tavuklu bir şeyler yemeye karar veriyorum. Ballı körpe piliç… Tarçın ve bal kabağının karışımından bir püre yapmışlar. Yanında biraz sirkeyle marine edilmiş semizotu. Tavuk o kadar iyi pişirilmiş ki bütün suyu içinde ve tabii her bıçak darbesinden sonra da yavaş yavaş süzülerek tabakta. Bal kabağıyla tavuğun birlikteliği hakikaten şaşırtıcı… Bu arada kullanılan tabaklar oldukça ilginç. Ahşaplar ve taşlar demek daha doğru olur aslında. Zira tavuğumun süzülen suyunu taşın üzerinden alıyorum ekmeğim vasıtasıyla. Diğer yemeklerinde iyi olduğunu öngörmem için yeterli sebeplerim var artık. Yine sonradan öğreniyorum ki Fransız bir şefle birlikte çalışıyorlarmış. Öngörümde yanılmayacağım bu sefer.
Artık tuvaleti ziyaret etme zamanım geldi. İşte şimdi keyifleniyorum. Kapıdan girer girmez karşıma çıkan ilginç şeyin lavabo, daha doğrusu bir su elemanı, olduğunu anlamam biraz zamanımı alıyor. Harika bir tasarım. Gidip görmek zorundasınız anlatmayacağım.
Buraya sıklıkla gelmem gerektiğini düşünmeye başlıyorum. Zaten binanın tamamını da gezmiş değilim. Binada ayrıca Osmanlı Bankası’nın Müzesi ve kütüphane, kurumun deyişiyle “arşiv”, varmış. Harika. İstanbul’a hoş geldin Ca’d’Oro ve SALT Galata…
Meraklısına: web | mail | twitter | face | ekşi | mekanist
Not: Fotoğraflar bu seferlik başka kaynaktan.
- Ca’d’Oro – SALT Galata - 2 Nisan 2012
- Bambi Büfe - 29 Şubat 2012
- Ghetto - 14 Aralık 2009