Telefon çaldığında saate baktım ve bir anda gerçeği farkettim: “Bu sefer yakalayabilirim ama hızlı olmalıyım” Hemen evden çık dedim Sedef’e, “Nerede yiyeceğimizi biliyorum. Fransız Konsolosluğunun önünde buluşalım!”
Vaktimiz kısıtlıydı, Levent İş Kulelerindeki ‘Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşları: Biz Mektup Yazardık’ sergisinin tanıtım turuna davetliydik ve buna rağmen ‘kırmızı aşığı annesinin hediye ettiği yüz metreden belli olan ceketiyle’ Sedef’i nasıl ıskaladığımı hala bilmiyorum. Nihayet buluşunca hemen Zencefil ve Parsifal’in olduğu sokağa yol aldık. Epeydir denemek istediğim mekanın önü kalabalıktı ve neyi kaçıracağının henüz farkında olmayan Sedef “Parsifal’de olabilir” diyerek geç kalmayalım mesajını ekmek arası yapıp yedirmeye başlamıştı. Bense sadece et satan bir dükkan ile vegan bir mutfağın bu kadar yakın olması ne kadar komik diye düşünmekle meşguldüm.
Hava çok güzel, bir türlü açık yakalayamadığım yılların esnaf lokantası hâlâ kapatmamış. Gayet mutluyum. Tam o sırada garson “Köfte bitiyor gerisi pakete mi?” diye seslendi içeri ve ekledi: “Bekleyenleri alayım mı bitti mi?” Biz kapı önünde sergiye gideceğiz diye soğansız olmasına bile karar vermişiz, hayaller kurmuşuz; elalem piyazları gömmüş taze çıtır ekmekle metali parlatıyor buna katlanamazdım. “Abi orda boş yer var sanki?” diye girişimlere başlamıştım ki bizi içeri davet eden vücut hareketini sergiledi… ve köfte bitti. Saat öğlen iki.
Methini çok duydum, erken bittiğini de. Fakat iş-güç arasında yakalamak için yolumu değiştirdiğim bu mekanı bir türlü açık yakalayamadım. Bu köklü esnafların karnı tok halleri hoşuma gidiyor ama öğlen öğlen dükkan mı kapatılır yahu! Her kepenkle yüzleşmemde midemdeki beklenti artıyordu.
Masada beklerken dükkanı baştan aşağı inceliyorum. Kapandığı gün beni hüzne boğan dedemin dükkanına çok benziyor. Tavandan sarkan vantilatör, masalar ve ızgara düzeni ile çocukluğumdan kalma gerçek bir köfteci. Bir de kolalar cam şişelerde gelse tam olacaktı.
Nihayet beklenen köfte de geldi. Şekli tombul ve yuvarlak. Hafif sulu diyebileceğimiz kıvamda, yağlı ama rahatsız etmiyor nasıl desem lezzet damlıyor. Öyle anlamsız baharat şöleni yok, et var. Gayet iyi pişmişinden. Gözümüz döndüğü için bir buçuk söylemiştik porsiyonda ne geleceğini bilmeden; ama 6. köfteyi yuttuğumuzdaki bakışmamızda konuşmadan aynı cümleyi kurduk gibi: “1 porsiyon normal insanlar için yeterliymiş” Haberiniz olsun.
Karnımız tok, gözümüş doymuş halde ayrılırken farketttiğim, buranın karşı köşesine köfteci açıp sinek avlayan aç gözlüye sesleniyorum: Git bir sor bakalım adamlara haftasonu açıklar mıymış?
Kayıtlara da geçsin lütfen son paragrafım: Bir gün ben de böyle bir dükkan açacağım. İsim benzerliğinden dolayı değil. Bana adını veren dedem köfteciydi (Yeşilçam’da bile görünmüşlüğü var), annem artık her yerde gördüğünüz Ramiz Köfte’nin memleketi olan Akhisarlı. Anlayacağınız köfteye genlerden gelen özel bir ilgim var. Herşeyden öte… İnsanları doyurup, mutlu edip; öğlen ikide dükkanı kapatsam fena mı?
Meraklısına: ekşi
- Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar – Biz Mektup Yazardık @İş Sanat / Son Gün 20 Haziran - 11 Mayıs 2015
- Köfteci Hüseyin - 10 Mayıs 2015
- Yüzyılların Yüz yılı @SALT Beyoğlu / 10 Mayıs Son - 11 Nisan 2015